Karatepeli Fıkraları

 KARATEPELİ FIKRALARI 

 Karatepe Vadisi:Halk arasında Kızıldam, Gökçeköy, Darılık, Menges, Karahan, Kışlak, Kodaz, Andırap köylerinin bulunduğu coğrafyaya verilen genel isimdir.  

  Bu bölgede yaşayanlara Adanalılar Karatepeli der. Bu köyler Türkmen, Yörük, aşiretlerinden yerleşenlerle kurulmuştur.

Karatepe bölgesinde yaşayanlar yerleşik düzene geçmiş göçerlerdir. Anadolu şehir-kasaba toplumlarında köylülerin saflığı ve eğitimsizliği üzerine anlatılan eğlendrici fıkralar yaygındır. Karatepeli fıkraları bu türdendir. Bu fıkralar bu bölgede yaşayan insanların saflıklarıyla, gariplikleriyle eğlenmek için anlatılır.

Karatepeli fıkralarının benzerlerine Türkiye’nin çeşitli yörelerinde de rastlanır. Bu fıkralar ortaklaşa benimsenmiş anlatım kalıpları içinde, kişi ve yer adları yerine ve çağına göre değiştirilip Karatepe’ye özgü renklerle bezenmiştir. Bunlar; Karatepeliler için anlatılan Karatepeli tipi fıkralardır. Türk fıkraları sınıflamasında “Bir bölge halkıyla ilgili olanlar” grubuna girer. Bu fıkralarda Türk köylüsünün kendi kendisini ince, nükteli, mizaha konu etmesini görüyoruz.


TUZ EKME HİKAYESİ 
 

 
Yöre insanları arasında karahanlılar(Karatepeliler) Sözde saf, kafası çalışmaz,hiçbir şeyden anlamaz olarak söylenirler.Bu konuda bir hikaye uydurulmuş ve karahan köyüne mal edilerek anlatılagelmiştir.
   Oysa yurdumuzun değişik bölgelerinde kafası çalışan, ekonomik ve sosyal açıdan topluma yön veren akıllı ve zeki insanlar için bu tür uydurma fıkra ve hikayeler anlatılmıştır. Örneğin:Karadeniz deki Temel ile Fadime, Maraş daki ökkeş, Elazığdaki gokkoş, Erzurumdaki dadaşlar içinde buna benzer uydurma hikaye ve fıkralar anlatılmaktadır. İlçelerimiz Aladağ ve Kozan civarlarında da Karahan köylüleri için benzer şeyler anlatımaktadır.

Ayrıca Karatepe Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı antik çağlardan kalma tarihi bir kenttir. Hititlerden kalma eserlerin segilendiği bir açık hava müzesidir. Ayrıca söz konusu olan köyün adı ise karatepe değil, karahandır.

Anlatılan sözde hikaye ise şöyledir :

  Köylünün biri bir gün kasabaya gider bir çuval tuz alır. Köyüne deri döner. Tabi tuz birçok alanda kullanıldığı için çabuk biter. Köylülerde ulaşımın zor olmasından dolayı tuz elde etmenin değişik yollarını ararlar. Bu arada köylülerden biri (sözde) tuzu toprağa eker ve baharı beklemeye başlar. Günler ilerleyipte bahar gelince tarlalarda bembeyaz papatyalar yeşerir. Köylü bunları görünce tuz zanneder ve sevinir. İlgiyle her gün tarlaya giderek papatyaları(tuz) konrol edermiş.Bir gün papatyalara sineklerin konduğunu görür, asıl hikayede bundan sonra başlar.

  Ertesi gün telaşla olayı arkadaşlarına anlatır ve bir çözüm bulmalarını ister. Sabah olunca iki arkadaşıyla beraber ellerinde av tüfekleri tarlaya giderler. Amaçları tuza(papatya) konan sinekleri avlamak ve tuzu korumaktır. Bu arada köylülerden birinin alnına bir sinek konar. Köylü sessizce işaret ederek alnını gösterir.Diğer usta avcıda nişan alarak ateş eder ve sineği öldürür,tabi bu arada köylü arkadaşınıda vurup öldürdüğünü görür.Kendi kendini teselli etmek için bir sizden ,bir bizden diyerek beklemeye devam eder.

Bu uydurma hikayeyi anlatması benden,inanması sizden ??????? 
              
   Derleyen: İbrahim SERT (Coğrafya Öğretmeni)




FIKRALARDAN SEÇMELER.

Emmini eşek belleme

Karatepeli’nin biri Aladağa gelir. Canı pekmez ister. Fırından bir çörek satın alır. Sonra da pekmez aramaya çıkar. Gezerken bir ayakkabı tamircisine rastlar. Gön suyunu pekmeze benzeterek “Oğlum, elli kuruşluk pekmez ver” der. Adam pekmez satmadığını söyler. Karatepeli biraz daha gezinir ama pekmez bulamaz. Tekrar ayakkabıcının yanına gelir, “Oğlum elli kuruşluk pekmez ver” der. Adam dayanamaz, bir tasın içine gön suyunu dökerek verir. Karatepeli çöreğini gön suyuna batırarak yer. Sonunda elini silerken, “Oğlum, emmini de eşşek belleme ya, der, pekmezin de pek iyi değilmiş.




Katır yumurtası

Karatepelinin biri, ilk defa şehre iner. Dolaşırken yolu sebze haline düşer. Karpuz yığınlarının önünden geçerken merak edip sorar:

- Selâmünaleyküm hemşerim, nedir bu sattıkların?

Karşısındakinin Karatepeli olduğunu anlayan açıkgöz manav:

- Aleykümselâm arkadaş, bunlar katır yumurtası olur.

- Kaç para tanesi?

- Senin için beş kuruş olur.

Karatepeli fiyatı makul bularak en büyüklerinden bir karpuz seçer, sonra da sorar:

- Şimdi ben bu karpuzu götürsem, içinden katır çıkar mı, çıkarsa kaç günde çıkar?

Manav:

- Götürüp sıcak bir yerde on gün sakla, on birinci gün katır sahibisin, der.

Bu kadar kısa bir sürede katır sahibi olmak, Karatepeli’nin çok hoşuna gider. Karpuzu alır, köye doğru yola koyulur. Epeyce yol aldıktan sonra dinlenmek ister ve yokuşun başında bir yere oturur. Fakat karpuz her nasılsa elinden pırtarak dereye doğru yuvarlanmaya başlar. Karatepeli de arkasından koşar. Karpuz biraz ileride taşa çarparak kırılır. Tesadüfen orada bulunan bir tavşan, gürültüden korkarak kaçmaya başlar. Karatepeli tavşanın ardından koşar ama yakalayamaz:

- Yaa gördün mü işte şanssızlığı! Yumurtadaki yetişkin yavruymuş ama elimizden kaçırdık.

Karatepeli yorgun argın eve gelir ve olanları hanımına anlatır. Kadın da ondan farklı değildir,

- Tüh yazık olmuş, kaçmasaydı, yaylaya çıkarken binerdik, der. 


SEHELİ SU 

Karatepeliler niçin daima böyle alık, avanak insanlar oluyor diye, bölgeye bir araştırmacı gönderilir. Araştırmacı, bölgeye gelip Karatepe’yi sorunca “Oraya gitmek zordur, sana bir at verelim, bir de Karatepeli al yanına da öyle gez” derler. Araştırmacının altına at, yanına da Karatepeli verirler. Araştırmacı Karatepeli’ye: “Bak arkadaş, sizin köyde ve yakınlarında ne kadar su varsa, hepsini tahlil edeceğim. Bu yöre insanının bu duruma gelmesinde suyun etkisi olabilir” der.

Başlarlar dolaşmaya. Pek çok kaynaktan su içerler. Fakat her seferinde önce Karatepeli içer, ardından araştırmacı. Böyle böyle giderken, yine bir çeşmenin başına gelirler. Karatepeli suyu içtikten sonra, araştırmacı bardağı uzatır ve bir su da kendisine vermesini ister. Karatepeli sinirlenir:

- Ata binince adam mı oldun a...na kod....un adamı, aşağı in de içsene, der. Araştırmacı

- İşte aradığımız su budur, der.



Karatepeli ve berber

Karatepeli’nin biri saç sakal traşı olmak için berber dükkânına girdi. Kurnaz berber, Karatepeli’yi tanıyordu. İlgi göstererek, oturması için sandalyeyi düzeltti. Hal hatırdan sonra,

- Şu Karatepeliler çok yiğit insanlardır. Onlara hayranım, dedi ve ekledi:

- İnanır mısın, geçende bir Karatepeli daha traş olmaya gelmişti. Susuz sakal traşı oldu, gık bile demedi.

Bunu duyan Karatepeli, ben de susuz traş olabilirim, dedi.

Kurnaz berber de Karatepeli’yi susuz, köpüksüz traş etmeye başladı. Tabi Karatepeli’nin bir süre sonra canı yandı. Off, puff diye söylenmeye başladı. Berber hemen çıkıştı:

- Ne of, puf ediyorsun? Yoksa Karatepeli değil misin?

- Karatepeliyim amma tam sayılmam.

- Nasıl yani?

Ben biraz kıyıcığından olurum da...



Çenesi mirt mirt ediyordu

Karatepeliler bir gün toplanmış, dağlardan kayaları yuvarlayıp seyretmek istemişler, bu arada aşağı yuvarlanan taşları tekrar yuvarlayıp seyri çoğaltmak için, o taşların yarı yerde durdurulması gerektiğini düşünmüşler ve bu iş için de içlerinden en güçlü kuvvetli olan birini seçmişler. Adam taşların geçeceği yerde dikilip beklemeye başlamış. Yuvarlanan taşlar, adamı dinler mi hiç. Ezip geçmişler zavallıyı. Bu arada başı da tamamen ezilmiş. Diğerleri gelip bakmışlar ama bir türlü adamın kim olduğunu hatırlayamamışlar. Akşam, kocası eve gelmeyen kadına sormuşlar:

- Senin kocan sakallı mıydı, sakalsız mıydı?

Kadın şöyle bir düşünüp, “Sakalını hatırlamıyorum ama” demiş, “Sabahleyin çorba içerken çenesi mirt mirt ediyordu.”

İki rekat

Karatepeli’nin keçilerine salgın hastalık bulaşmış, hayvanları kırıp geçiriyormuş. Bir türlü çare bulamayınca mollanın birine akıl danışmış. O da iki rekat namaz kılıp Allah’a dua etmesini tavsiye etmiş. Karatepeli, bu tavsiyeye uyarak her akşam iki rekat namaz kılmaya başlamış. Ama her sabah uyandığında bir keçinin daha öbür dünyayı boyladığını görüyormuş. Sonunda bu işten vazgeçmiş. Vazgeçmesine geçmiş ama, elinde de bir tekeden başka bir şey kalmamış. Bir gün suya götürürken, inatçılığı tutan hayvana fena kızmış. Dayanamayıp:

- Bana bak teke, demiş, uslu dur, iki rekatlık canın var. Kıldığım gibi gönderirim seni de öbür dünyaya ha...



Karatepeli aklı

Karatepeliler, yazın yaylak yerlere, yüksek serin yerlere çıkacakları yerde, güneşten uzaklaşalım diye daha sıcak aşağı kesimlere, kışın da güneşe yakın olalım diye dağların tepelerine çıkarlarmış.


Karatepeli’nin döveni kayıp

Bir gün bir Karatepeli, dövenini sırtına bağlayarak, harman yerinin yolunu tutmuş. Yol üstünde bir kekliğe rastlamış. Onun peşine düşmüş. Şura senin, bura benim derken, akşam olmuş. Harmanı da dövememiş, kekliği de tutamamış. Eve dönecekken sabahleyin harmana gitmek üzere yola çıktığını hatırlamış. Ama döveni nereye bıraktığını hatırlayamıyormuş. Gezdiği bütün yerleri yeniden dolaşmaya başlamış. Ancak gecenin karanlığında ayağı kayıp sırtüstü yere düşmüş. Bir da bakmış ki döven sırtında hâlâ bağlı duruyor.



AZ KALSIN BİR SAKATLIK ÇIKACAKTI
Karatepelinin kırkı arkadaş olmuşlar, bir memlekete gelmişler, topraktanyapma harabe bir dam çıkmış karşılarına... Damı görünce tuhaflarına gitmiş, üzerine çıkmışlar, sonra o yana bu yanakoşuşmaya başlamışlar... Dam zaten harabe bir şey, göçmüş... Göçünce otuz dokuzu ölmüş... Bir tanesi sağlam kalmış... Geri dönmüş, bir bakmış arkadaşlarına: - Ulan, demiş, az kaldı bir sakatlık çıkarayazdık... 

 
UN ÇUVALI
* Karatepelinin biri un çuvalını direğin arka tarafına koymuş. Karısı, hamuryoğurup ekmek yapmak için un alırken un çuvalının içine direğin ikitarafından iki elini sokmuş... Unu alıp çekmek isteyince de direk engellediğinden ellerini kurtaramamış... Çevresindekileri imdada çağırmış: - Elim burda kaldı, ne yapayım?.. Gelenler ne yapacaklarını ne edeceklerini bilememişler, akıldânelerinegitmişler... Akıldâne gelmiş bakmış ki direk kesilirse ev yıkılacak... Demiş ki: - Bunu burdan kurtarıp çıkarmak için karının elini kesmek lazım gelir...

 BÜTÜN ZOR İŞLERİ BEN YAPIYOM
 
*
 
Birisini evermişler, evlendiği gün de kabağ aşı pişirmişler... Oğlana hiç vermemişler kabağ aşını, hep kendileri yemişler... Vakit geçmiş, oğlan küsmüş, ‘bana vermediler’ diye hiç yekinmemiş, vakitgeçmiş, gece saat 10-12’ye gelmiş, aha kalkmamış yerinden... Söylemişler buna: - “Kalk da gelinin yanına git!..” - “Ben gitmiyorum” demiş... Bakmışlar ki oğlan gitmiyor gelinin yanına; bu kez babası söylenmeyebaşlamış; - Anasını avradını... Sizin gibi delikanlılar dururken benim gibi bir kocamı girsin gelinin yanına?.. Baba giderken de söyleniyormuş: - Bütün işin zorunu bana tutturursunuz...


Dişi değil boyu

Karatepeli’nin biri, eşek satın almak üzere pazara gider. Birini gözüne kestirdikten sonra, sırtını kuyruğuna doğru ölçmeye başlar. Görenler;

- Yahu kardeşim eşeğin boyuna değil dişine bakılır,

der.

Karatepeli:

- Ekine giderken bir ben, bir karı bir de çocuk bineceğiz, der, onun için bana evvela boyu lazım.




En büyük ağadır

Köy ağalarından biri çok gaddarmış. Her istediğini yaparmış. Kendisinden önce kimse yürüyemez, baş köşeler daima kendisine ayrılırmış. Ağanın oğlu da durumu bilir ve olaydan gurur duyarmış.

Bir gün camideyken, ağanın oğlu bakar ki imam babasından önde oturuyor. Oldukça canı sıkılır. Nasıl olur da imam, köy ağasından önde oturur? Namazı erken bırakıp çıkar ve kapının kenarında bekler. İmam camiden çıkarken birkaç tane tokat patlatıverir. Neye uğradığını şaşıran imam şaşkınlıkla sorar:

- Niye vuruyorsun bana?

- Vururum tabi. Babam koskoca ağa olsun da, sen camide ondan önde otur. Olacak şey mi bu?

- Yahu kardeşim, ben imamım. İnsanlara namaz kıldırıyorum. O yüzden de önde oturmam gerek.

- Ben anlamam arkadaş, kimse babamdan önde oturamaz.

İmam bakar ki oğlana laf anlatmak mümkün değil, ağaya şikayetlenir:

- Ağam senin oğlun geldi, bana birkaç tokat attı. Niye vuruyorsun deyince de “Sen babamdan önde oturuyordun. Kimse babamdan önde oturamaz” dedi. Ne yapacağımı şaşırdım.

Ağa bunun üzerine; “Eee, imam efendi” der, “yalan deel hani, sen de biraz önde oturuyodun yani.”


Eşek nezle olmuş

Karatepeli yaşlı adam eşeğini halsiz görünce Geveze Niyazi’ye sorar:

- Ulan yavrum Niyazi benim eşek çok halsiz. Nasıl etsek de şu hayvanı iyileştirsek?

Niyazi:

- Emmim senin eşek soğuk almış. Ben onun çaresini bilirim.

- Ulan, yeğenim hele bir de şu işin çaresini de, hayvanı kurtarak bu durumdan.

Niyazi:

- Eşeği sağlam bir direğe sağlamca bağlayacaksın. Avucuna biber doldurup kamışla eşeğin burnuna üfleyeceksin. Eşeğin iki saate kalmaz iyileşir.

Bu öğüt, yaşlı Karatepeli’nin aklına yatar. Eşeği bir direğe sağlamca bağlar. Bir eline biberi, diğerine kamışı alıp, eşeğin burnunun dibine çömelir. Elindekini üfler üflemez, burnu yanan eşek sümkürür. Eşeğin sümüğü, biberle beraber Karatepeli’nin yüzüne gözüne bulaşır. Yüzü gözü yanmaya başlayan Karatepeli oyuna geldiğini anlar.

- Senin ananı avradını .... Niyazi, der.





Güneşin hınzırlığı

Karatepeli bir sabah şehre gidiyor. Şehir doğuda olduğu için güneş karşısından vurup gözlerini kamaştırıyor. Akşam oluyor köye dönecek. Bu sefer de köy, güneşin battığı yöne doğru düşüyor, yine gözleri kamaşıyor.

Karatepeli durumu hâkime şikayet ediyor.

- Bu güneş benim canımı çok sıkıyor. Ben ne yana gitsem hep karşıma çıkıyor. Sabah şehre gelirken karşımda, akşam köye dönerken yine karşımda. Artık usandım.

Karşısındakinin Karatepeli olduğunu anlayan hâkim kolayını buluyor:

- Sen bundan sonra şehre akşamları gel, köye de sabahları dön. Ben onun terbiyesini veririm, bundan sonra karşından gelmez.




Karatepeli Paşa

Karatepeli’nin biri, methini duyduğu İstanbul’a, zengin ve büyük bir adam olmak için gitmiş. Nasılsa günün birinde saraya bostan bekçisi olarak girmeyi başarmış. Çalışkanlığı ve saflığı sayesinde padişahın gözüne girmiş. Kısa bir süre sonra da mevkii, rütbesi büyümüş. Derken bir gün isteğine kavuşarak sadrazam olmuş.

Padişah bir gün bahçede dolaşırken, Karatepeli Paşa’ya rastlamış. Kısa bir sohbetten sonra sormuş:

- Paşam, milletin ve devletin hali nedir?

Karatepeli padişaha:

- Sorma şevketlüm, ben gibi Karatepeli’den sadrazam, zat-ı devletleri gibi padişah olduktan sonra, devletin halini ancak Allah bilir.

Kaynak : Yeni Adana gazetesi, 10.12.1934, pazartesi, Sayı 3790.



Karatepeli Tekkulak

Karatepeli Tekkulak, davar alıp satmakla geçimini sağlamaktadır. Bir gün yolu Kayseri dolaylarına düşer. Aradığı davarları istediği fiyattan alamayınca gittiği köyden ayrılıp yol kenarına iner ve diğer köye gitmek için araç beklemeye başlar. Bu arada yoldan iki kadın geçmektedir. Karatepeli kadınlara hava atmış olmak için “Of be ne biçim memleket burası arkadaş! Arabası bile yok” der. Kadınlardan biri merak edip sorar :

- Nerelisin sen kardaş?

-Çukurovalıyım.

-Ne arıyon buralarda?

- Bidene arıyom işte!

Karatepeli’nin işi şakaya vurmak istediğini anlayan kadın:

- Get babam get, get gez. Bizim burada çift kulaklıya varmıyorlar ki senin gibi tek kulaklıya varsınlar, der. Tabii Karatepeli bu söze vereceği cevap bulamaz.



Karatepeli’nin unutkanlığı

Karatepeli’nin biri, karısıyla birlikte bir başka köydeki arkadaşına misafirliğe gitmiş. Hoş beşten sonra, karısını arkadaşının evinde unutarak köye dönmüş. Bir bakmış ki karısı evde yok. Hararetle aramaya başlamış. Köylüler, karısının filan köyde filan arkadaşının evinde olduğunu söylemişler. Ancak Karatepeli arkadaşına karısıyla birlikte gittiklerini unutarak karakola gitmiş. Arkadaşının karısını kaçırdığını söyleyip şikayette bulunmuş.



Karatepeli ve oğlu kızakla

Karatepeli kış günü evine odun getirmek için kızakla dağa gider. Yanına oğlunu da alır. Kızağa ağır bir yük yüklerler. Yerler de çok meyilli. Baba tedbirli davranmak ister:

- Arkaya sürgü takalım, der önde ben de gideyim.

Delikanlı cahil ve tecrübesiz.:

- Korkma baba, ben kızağı tek başıma bile indiririm, der demez çeker. Baba ne oluyor demeye kalmadan, kızak öndeki oğulla beraber hareket eder. Meyilli arazide son sürat giderken, feci kaza meydana gelir, kızağın eğresi oğlanın kafasını koparır. Acının etkisiyle oğlanın ağzı açık kalmış, dişleri görünüyormuş. Hiddetlenen Karatepeli:

- Eşşekoğlunun yediği halta bak, bir marifet yapmış gibi bir de yılışıp duruyor, der.

Kızağın eğresi: Kızağın eğri olan ayaklarından biri.




Kazmanın kını

Karatepe civarlarında oturan beylerden biri, avlanmaya çıkmış. Av sırasında, terkideki yedek çizmelerini kaybetmiş. Çok aramış ama bulamamış.

Günün birinde (ormanda) odun kesen iki Karatepeli, bu çizme tekine rastlamış. İşe yarar diyerek köye getirmişler. Konu komşu toplanmış. Evirmişler çevirmişler köy alanına götürüp içinde cin vardır diye sav vermişler. Ancak bir türlü ne olduğunu anlayamamışlar. İçlerinden biri:

- Uşaklar gidip hocayı çağıralım. Bunun neci olduğunu bilse bilse o bilir demiş. Bilir mi bilir. Hemen gidip namaz kılmakta olan hocanın namazını yarıda keserek alana getirmişler. Hoca gülmüş:

- Ulan hiç mi birinizin aklı yok. Olsa olsa kazmanın kılıfıdır demiş.

Sav ver : Düşüncesini söyle.

Kaynak : Yeni Adana gazetesi, 20.12.1934, Perşembe, Sayı 3799.



Köpek

Karatepeli’nin biri şehre giderken yolda köpekler saldırmış. Taş alıp köpeklere atmak için kaldırım taşlarına sarılmış. Çıkaramayınca taşa söylenmiş:

- Burası ne biçim memleket, taşları berkidip köpekleri salıveriyorlar.


Köye mektup

Şehre yeni gelen Karatepeli, daha önceden gelen hemşehrisini ziyarete gitmişti. O sırada hemşehrisi bir mektup okuyordu.

Yeni gelen, kahvesini bitirdiği sırada diğeri de mektubu bitirir. Çöpe atmak üzereyken Karatepeli atılır:

- Dur atma hemşerim, bana ver onu...

- Ne yapacaksın bu mektubu, diye sorar hemşehrisi.

- Gider gitmez mektup yaz demişlerdi köyden, onlara gönderecem.

Niye Allah’a sıkıyon

Karatepe’de yaşayan Karaoğulları ve Sarıoğulları denilen iki sülale, arazi yüzünden kavga eder. Kavga öyle bir hal alır ki, silahını, kazmasını, küreğini alan koşar. Küçük bir tepenin iki yanında, bir tarafta Karaoğulları, bir tarafta Sarıoğulları olmak üzere mevzilenirler. Karaoğullarından biri, karşı tarafı korkutmak için silahıyla havaya bir el ateş eder. Yanındaki sinirlenir:

- Ulan aklına kodu...mun herifi, der, karşıdaki Sarıoğulları varken niye Allah’a sıkıyon?



Oyun

Çobanın biri hiç namaz kılmamış ve kılınırken de görmemiş. Ağası bir gün satmak için kente davar indirmiş. Çobana malı kasaba pınarına yatırmasını söylemiş. O gün de Cuma imiş. Birer ikişer cuma aptesti almaya gelirmiş insanlar. Çoban da gönlünden:

“Herhalde bir ölet var. Bizim azık da az. Ağa kimbilir ne vakit gelecek” diyerek elini yüzünü yıkamış ve davarları Karabaş’a emanet edip bir ihtiyarın arkasından koşmuş, camiye gelmiş, hutbeyi dinlemiş. Daha sonra namaza durulmuş. O da diğerlerine bakarak namaz kılmaya başlamış. Rükûya vardıkları anda bizim Karatepeli birdirbir oynadıklarını sanarak önündeki adamın sırtına atlamış. Neye uğradığını şaşıran adam, arkasını dönmüş ve Karatepeli’ye olanca gücüyle bir tokat atmış. Bizim yankılı hiç tınmamış. O vakte kadar ayağa kalkılmış olduğundan arkasına dönmüş ve o da kendi arkasındakine basmış tokadı. Artık cemaat namazı bir yana bırakıp çobanı dövmeye başlamış. Çoban kaçarken gücünün yettiğince bağırarak:

- Yahu siz ne biçim adamlarsınız be, oyunu siz çıkardınız, siz cıllazıyorsunuz diye dursun, güzel bir dayak yemiş.





Karaçalı

Bir gün dört Karatepeli ormanda yürüyorlar, içlerinden birisi, “Şu Allahın işine bak, ağaçlar ne kadar uzun böyle” diyor. Diğeri de “Ya istesek biz de böyle uzun oluruz” diyor ve birbirlerinin üzerine çıkarak bir ağaç boyu oluyorlar. En alttaki:

- Biraz durun hele, kulağım kaşındı, biraz kaşıyayım, diyor.

O kulağını kaşırken üsttekilerin hepsi arkada bulunan çukura düşüyor. Çukurun içi de karaçalı dolu olduğu için ne kıpırdayabiliyorlar ne de çıkabiliyorlar. Dışarıda bulunana “Git köyden yardım getir” diyorlar. Dışarıdaki gidip adam getiriyor. Gelenler uğraşıyor ama bir türlü çıkaramıyorlar. Ne yapalım derken, içlerinden biri:

- Çukurun içine ateş atalım, çalılar yanar, biz de onları çıkarırız, diyor.

Öyle yapıyorlar. Tabi çalılarla birlikte adamlar da yanmaya başlıyor. Sonunda yana yana iskeletleri görünüyor. Dışarıdakilerden biri:

- Bak şunlara, diyor, dışarı çıkacaklarını anladılar nasıl da sırıtıyorlar.

Yassı tavuk

Adamın biri, Karatepe Köyü’nün yakınından geçerken, arabayla bir tavuk eziyor. “Köye gideyim de, hiç olmazsa şu tavuğun sahibine parasını vereyim” diyor. Köye varıp muhtarı buluyor. Tavuğu göstererek:

- Muhtar, şu tavuğun sahibi kim, söyle de parasını vereyim, diyor.

Muhtar tavuğu eline alıp şöyle bir bakıyor ve,

- Yav, iyi güzel de, diyor, bizim köyde böyle yassı tavuğu olan kimse yok ki...



Ters ceket

Karatepeli’nin biri, motosikletiyle yolculuğa çıkacaktır. Ancak, hava biraz bozulur. Bunun üzerine adam ceketini rüzgârdan korunmak için ters giyer ve arkadan ilikler. Motosikletle giderken kaza geçirir, yaralanır ve bayılır. Diğer Karatepeliler başına toplanır. Adamın kafasının ters döndüğü kanısında birleşirler ve adamın boynunu ters çevirirler.




Sakatlık çıkacaktı

Kırk Karatepeli arkadaş köyde topraktan yapılma harabe bir evin üstüne çıkıp bir o yana bir bu yana koşup eğlenirlermiş. Dam zaten harabe bir şey. Onların ağırlıklarına dayanamayıp çökmüş. Otuz dokuzu ölmüş. Kalan Karatepeli tozlar arasından çıkıp silkinmiş, üstünü başını düzeltirken “Az kaldı” demiş, “Bir sakatlık çıkacaktı.”



Bal kovanı

Köylüler toplanıp dağdaki kovanlarından bal almaya karar verirler. Beş on kişi bir araya gelip gezmeye başlarlar. Bir tane kovan görürler ve almaya karar verirler. Üstüste çıkarlar. Tam kovana yetişmişken en alttaki:

- Biraz durun, elimi yalayayım, der. Üsttekiler yere düşünce de:

- Ne oldu, der, balı paylaşamadınız mı?



Kuyudaki Ay

Dolunay zamanı Karatepeli kadın kuyudan su almaya gitmiş. Ay iyice yükseldiği için şavkı kuyudaki suya vurmuş, kadın yukarıdan bakınca, ayın yüzünü suyun içinde görmüş. Sanmış ki ay suya düşmüş. Bir çığlık kopartmış. Ne oldu diye yanına gelenlere vaziyeti göstermiş. Başlamışlar ne yapalım diye düşünmeye. Sonunda kuyuya kanca atıp çıkarmaya karar vermişler. Sallamışlar kancaları kuyuya. Bir tanesinin kancası kuyunun taşına takılmış. Vargücüyle asılmış çekmiş, çekmiş taş bu güce dayanamayıp portunca, adam sırtüstü yere serilmiş. O vaziyette yatarken gözüne ay ilişmiş. Sevinerek :

- Bakın ayı havaya çıkarttım, demiş.




Uçsa da oğlak uçmasa da

İki Karatepeli yaz vakti oturmuşlar. Biri koyun güdüyor, diğeri oğlak. Etraflarına bakarlarken, kuru bir ağacın üstünde oturan kuşu görüyorlar, biri diyor ki:

- Şu kuşu görüyor musun?

- O kuş değil, oğlak, diyor öteki.

Oğlaktı kuştu derken epey bir süre tartışıyorlar. Derken kuş uçup gidiyor. İlk gören:

- Bak işte kuşmuş. Uçtu gitti, diyor.

Diğeri inatçı:

- Uçsa da oğlak, uçmasa da.


Öldü bile

Ağanın birisi uzun süredir hasta yatağında yatmaktadır. Oğlu çift sürmeye gidince ağa vefat eder. Karatepeli genci haberci olarak gönderirler. Ancak kötü haberi hemen vermemesini, durumun kötüleştiğini söylemesini tembihlerler. Ağanın oğlu haberci gencin gelişinden şüphelenir, “Ne oldu babam mı kötüleşti” diye sorar. Haberci genç “Ne kötüleşmesi” der “öldü bile”.
 
KÖY SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ
 
*FACEBOOK***BEĞEN***PAYLAŞ*
 
KÖY SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ
 
31 MART YEREL SEÇİMLERİNDE KÖY MUHTARLIĞINA HALİL KILIÇ SEÇİLMİŞTİR.KENDİSİNE BAŞARILAR DİLİYORUZ.
 
SİTEMİZİ ZİYATRET EDENLER: 136674 ziyaretçi
Copyright (c)2011 (c) karahankoyu1.tr.gg | Design by İbrahim SERT Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol